Hacı ninem küçükken “gezerken yere, ayak sesi
duyurmadan basılmalıdır; çünkü yerin de canı vardır ve bizi başının üstünde
taşımaktadır” demişti bir kere… Küçükken, aklım ermezken çok etkilenmiş
olmalıyım ki bir süre masaya tabak koyarken bile “acaba masanın da duyguları
var mıdır?”, diye düşünüp tabakları hızlıca çarpmamaya özen gösterdiğimi çok
net hatırlıyorum. Halbuki dünyanın en
yaramaz çocuklarından da biriymişim. Yetişkinler yaramaz cocukları hakir görür
ya hep, edepsiz bulurlar. Keza ben de Edirne’de ev gezmelerinde istenmeyen
cocuk oldugumdan, annem bir süre cok üzülmüş. Çünkü kendisine açık açık
“Burcu’da bir sıkıntı var cok hareketli” denmiş, annem de bunun kendisine bir
mesaj oldugunu düşünüp kendini mümkün oldugunca ben biraz daha büyüyene kadar
geri çekmiş. Hem o kadar yaramaz olup, hem de masanın da duyguları var mıdır
diye düşünmek biraz tuhaf tabii... Taa o zamanlardan belliymiş hala içimde var
olan tezatlar;
Yenilikçi miyim, yoksa geleneksel mi?
Bir yandan mümkün oldugunca özgürlükçü, yenilikçi olmaya çalışırken, aynı şeylere saplanıp kalmamaya özen gösterirken, geleneksellikten de içten içe tümüyle vazgeçemiyorum. Tamamen rasyonel veya nesnel mi olmalıdır insan gelenekselliği köşeye bırakarak, yoksa o zıtlığı da bir miktar dengelemek mi gerekir, bilemiyorum. Bana, zaten oldukça köksüz, bir orada bir burada yetiştiğimden ötürü sanırım bazı geleneksel öğelerin benimsenmesi güven veriyor. Çünkü insanlarla ilgili bazı kodlardan, olurlardan veya olmazlardan, yola çıkarak tahminde bulunursunuz. Davranışlarıyla ilgili tahminde bulunabildiğiniz insanlar ise size güven verir aslında. İşte tam da bu kadar tahmin edememe ve “her an her sey olabilir, herkesten her sey beklenir, hazırlıklı olmak lazım” mantalitesi sebebiyle modern insan şehirde kimsenin davranışını tahmin edemez oldu. Tahmin edemeyince, kendini garantiye almak adına güvenmemeyi tercih etti… “Güven” duygusunu tahmin edilebilirliği fazla olan metalarda aramaya başladı belki de, insanlarda, insanlarla olan ilişkilerinde değil. İnsanların huzursuzluğu belki de biraz bununla da bağlantılıdır, bilemiyorum…
Belki bu ortamda, bu kadar herkesin her şeyi yapma potansiyeli olduğunun düşünüldüğü ve insanların her hangi bir etik değer tanımaksızın her seyi yapabilmeye muktedir olduğu bu ortamda, iç huzursuzluklarını gidermek için modern insan, “güvenlik ihtiyacı duygusunu” en aza indirmeye odakli uzak doğu felsefesine sardı; çıkışı orada buldu belkide, kim bilir?
Aslında, kapıdan dışarıya çıkılırken insanların arkalarını dönmeyeceklerinden emin olmak çok da kötü bir şey olmayabilir. Ve küçük yerlerde kapı önünde ayakkabıların dışarıya değil, aslında içeriye doğru çevrilmesi gerektiğinin düşünülmesi... Ve yine bu küçük yerlerde ayakkabıların dışarıya dönük olmasının, “git, bir daha gelme” demek olacağının bilinmesi ve misafire “yine gelin, bekleriz” demek adına ayakkabıların içeriye doğru çevirilmesi ne kadar hoş bir geleneksel nezakettir…
Geri geleceğinin sözünü vermek adına, evden arkanı çevirerek değil de, yüzün içeriye doğru dönük ayrılmak, aslında ne kadar da manalıdır…
Tesadüfler Kraliçesi

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder