Gecen ait olma duygusunun ne kadar insani bir duygu
olduğu üzerine bir şeyler okudum. "Upuzun ağaclar, bir yandan isiğa
uzanirken, öte yandan derinlere kok salarlar..." diyordu. Ve çoğu zaman
köksüzlüğüyle övünen ben, bazen de bana bunun ne kadar da şifalı gelmediğini
düşündüm. Fazlasıyla mevcut olan vefa duygumun, derinlerde bir “kök”
arayışından kaynaklandığını düşündüm. Bunu okurken Gökçeada-İstanbul
yolundaydım ve üzerine düşünmek için kafamı kaldırdığımda alabildiğince sapsarı
günebakan tarlalarından geçiyorduk…
Biyoloji dersinde sözlüde en sevdiğim bitkiyi sormuştu
bir keresinde Herr Baumer, orta ikideyken Almaya’da. Kendince espirili bir
giriş yapacaktı, detayları hatırlamasam da yapraklarla ilgili bir konuydu.
“Sonnenblumen, Herr Baumer” diye cevap vermiştim. Şaşırıp, “neden?” diye
sormuştu Herr Baumer. “Benim geldiğim yerde onlardan çok var, arkadaşlarımı
hatırlatıyorlar” demiştim. Maalesef konu yapraklardan sapmıştı ve Herr Baumer
sözlü için istediği girişi yapamamıştı… En önünde oturduğum Gökçeada-İstanbul
otobüsünde, düşünmek için kafamı kaldırıp pencereden baktığımda gördüğüm
günebakanlar, Herr Baumer’i hatırlattı bana…
Geldiğim yere geri döndüm ve hala günebakanları çok
seviyorum, fakat farklı bir maneviyatla. Seviyorum çünkü ışığa dönüyorlar
yüzlerini ama yere de sabitler! Yüzlerini ışığa doğrulturken, topraktan güç
alıyorlar aslında. Umut ederken, bir yere tutunmak gerektiğini simgelerler.
Bilirler toprak ana bırakmaz onları kolay kolay, rüzgâr onları savuramaz kolay
kolay, hoyratça estiği yöne. Onlar kök saldıkları yerde ışığı ararlar,
rengârenk… Umut ederler güneşe ulaşmayı. Ama bilmezler güneşe asla
ulaşamayacaklarını...
Şanslı olan köklü günebakanlar keşfeder güneşin nerede oldugunu; yanında umutla ışığı arayan diğer köklü günebakan'a bakmaya başlar! Bu şanslı köklü günebakanlar birbirlerine bakarlar köklerinden ayrılmadan, ışığı birbirlerinde ararlar ve güneş ikisine birden göz kırpar… Ömürleri dolunca ise, hayatları boyunca peşinden koştukları güneşe yavaşça boyunlarını büküp, kafa kafaya vererek kökleriyle toprakta kaybolur bu şanslı olan köklü günebakanlar…
Ama biz köksüzler aydınlığa dönerken yönümüzü,
köklerimiz olmadığından havalanıyoruz semaya doğru. Güzel geliyor yükselmek
havaya doğru başlarda. Ne güzel geliyor yavaş yavaş havaya doğru çıkmak. Olanı
biteni tepeden izlemenin kibriyle bakıyoruz dünyaya, tek başımıza. Kendimizi ayrıcalıklı
hissediyoruz, çünkü herkes oldukları yerde, kıpırdayamadan debelenirken ışığa
doğru, biz ona adım adım yaklaşıyoruz gibi geliyor. Yükseliyoruz… Fakat esen en
ufak bir rüzgârda alabora oluyoruz. Rüzgârın şiddeti savrulduğumuz yeri
belirliyor. Köksüzlüğümüzü rüzgâr estiğinde anlayabiliyoruz ancak; savrulurken.
Can çekişiyoruz savrulduğumuz ve düştüğümüz yerde…
Şanslı olan köksüz günebakanları bir bilge bulur ve
özene bezene alıp onu toprağa eker, zaman zaman sular. Çünkü biliyor bu
bilge kökü olmayan canlı ışığı arayamaz, ışığa ulaşmanın umudunu sürdüremez
gönlünde. Bu bilge biliyor köksüz günebakanlar savrula savrula düştükleri
yerde bükerler boyunlarını, solar çiçekleri… Çünkü biliyor bu bilge
yaşamın özünde kök salabilmek vardır, hayattan güç almak için, ışığı
arayabilmek için…
Benim bilgem kim bilemiyorum ama beni bulduğunda başka
bir günebakanın yanına eksin isterim; ben onda, o bende ışığı arasın; ben onun,
o benim yanımda derinlere kök salsın… Ve artık daha fazla savrulmayalım;
ülkeden ülkeye, şehirden şehire, gönülden gönüle…
Tesadüfler Kraliçesi


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder