Hakkımda

Fotoğrafım
Merhaba! Ben "Tesadüfler Kraliçesi"...Hayatta bir cok seyin tesadüf olduguna inanıyorum. Tesadüfen tanıştığım ve sevdigim insanların hayatımda varlıklarını sürdürmeleri benim için çok önemli...Tesadüfen sevdiklerimle, "merak" duygumun bir sonucu olarak, üzerine düşündüğüm seyleri paylasmayı da seviyorum... Bu blogu okuyorsanız, muhtemelen tesadüfen tanıştıgım ve sevdiğim bir insansınız...

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Yeni arkadaşim



Sene 2006… İTÜ bitmişti ve okul bana dereceyle bitirdiğim için bir miktar para ve altın vermişti ödül olarak. Onlarla Londra’ya dil kursuna gitmiştim, malum ITÜ mezunu olunca İngilizce’ ye çok hakim olamıyor insan. Ben de bu eksikliğimin farkına varıp, Londra’ya kursa gitmeye karar vermiştim, sağ olsun annemler de destek olmuşlardı.  Londra’da ilk 1 ay canımdan bezdiren bir İngiliz aile ile, son 1.5 ay da çok sevdiğim Brezilyalı bir aile kalmıştım. Güzel bir tecrübeydi…

İngiliz aile Wimbledon diye çok güzel bir muhitte yaşıyordu. Onlarla kalırken, kimseye bahsetmeye cesaret edememiştim o zamanlar ama gerçekten çok bezmiştim. Bana gerçekten çok kötü davranmışlardı; son derece hakir görüyorlardı ve ”immigrant” muamelesi yapmışlardı. Herhalde hayatımda bu derece aşağılandığım nadir ortamlardan biri idi. Annemlere telefonda her şeyin yolunda olduğunu söylüyordum ama aslında hiç öyle değildi. O dönemde sigara kullanıyordum ve okuldan eve geldiğimde sigara içerdim kapının önündeki otobüs durağında ya da hava güzelse çimlerin oldugu bir alan vardı sokakta, oraya oturup sigara tüttürür ve bir şeyler okurdum. O zamanlar Economist okumak ne mümkün, okuduğum şeyler İngilizce kelime ezberlemek için verilen pratik kağıtlarıydı.

Her gün aynı saatte tekerlekli sandalyede biri geçerdi sokaktan ve çok sık denk gelmeye başlamıştık. Bacakları ve kolları yoktu, sadece gövdesi vardı yeniarkadaşımın, bir de tekerlekli sandalyesini kumanda edebilmek için bir protez eli vardı. Sarışın, mavi gözlü, yaklaşık 40’lı yaşlarında ve bir adet ufak köpeği vardı kucağında hep, onsuz hiç görmemiştim. Bir gün ben sigara içerken selamlaştık ve sohbete başladık. Sağ olsun bana çok güzel gülümsediğimi ve benim arkadaşımolmak istediğini söylemişti. Ben de “tabii, neden olmasın” demiştim. Her gün aynı saatte ben sigara içerken o da tekerlekli sandalyesiyle geçerdi ve biraz sohbet ederdik, 10-15 dak. Köpeğinden başka arkadaşının olmadığını ve insanlarla “ fiziken tam” bir insan olmadığı için sosyalleşmesinin zor olduğundan bahsetmişti.

İngiliz aileyi anlatmıştım ona… “Okulda da kimseye memnuniyetsizliğimi anlatmadığımı, problem çocuk olmak istemediğimi” söylemiştim. Beni okuldaki bu tarz işleri ayarlayan ofis ile konuşmaya o ikna etmişti, sağ olsun. Gidip anlatmıştım okula ve beni sıcacık bir Brezilyalı aileye vermişlerdi hemen. Nasıl güzel insanlardı… 60’lı yaşlarında iki tonton insan, çocukları olmadığı için de birbirlerinden başka dayanakları yoktu. Öyle anlatmıştı anne… Evde benim dışımda bir de Senegal’li bir kız vardı, müslümandı ve 5 vakit namaz kılardı.  Brezilyalı ailenin yanına taşınırken, fiziken yarım olan yeni arkadaşım telefonumu almıştı ve taşınıyorum diye çok üzülmüştü. Arada telefonlaşmıştık, bana halimi hatırımı sorardı. Benim bu süre zarfında bir sürü yeni arkadaşım olmuştu tabii…

Türkiye’ye döneceğim hafta onu arayıp vedalaşmıştım ve beni tekrar görmek istediğini söylemişti, bir şeyler içmek için Wibledon’a çağırmıştı. “Tabii” dedim ve sözleştiğimiz günde ve saatte gittim. Sanıyorum ki bir pub’a girecegiz, “hadi gel, şuraya oturalım” dediğimde, bana  “hayır, eve gidelim. Hem köpek ile almıyorlar, hem de sandalye ile kendimi kötü hissediyorum insan içine girince” demişti. Ne diyebilirdim ki? “Tamam” demiştim. Hayatımda bu derece korktuğum nadir anlardan biriydi sanırım, sokakta tanıştığım ve hakkında hiçbir şey bilmediğim bir adamın evine gidiyordum. Evde bana tecavüz etmek için bekleyen bir ordu olabilirdi, bana bir şey yapabilirdi ya da yaptırabilirdi. Kimse oraya gittiğimi bilmiyordu, dünyanın bir yerindeydim ve kimsem yoktu aslında yardım isteyebileceğim eğer bir şey olursa. Bu ve bunlar gibi binlerce düşünce ile kafamda yürüyorduk yolda. Aslında sadece ben yürüyordum…

Vardığımız ev 3 katlıydı ve engellilerin merdiven çıkmak kullandığı açılır kapanan kapak vardı hemen merdivenin başında. Salon ve mutfak vardı en alt katta. O kadar korkuyordum ki… Oturduk, sohbet ettik, bana cola ikram etti. Balıklarını gösterdi. Kocaman bir akvaryumu vardı. Eski sevgilisini anlattı, Polonyalı bir kadınmış. Kadının onunla parası için birlikte olduğunu anlayınca, araları bozulmuş. Anlattı da anlattı… O anlattıkça, benim korkum geçmişti. Sonra bana ona ne olduğunu merak edip etmediğimi sordu. “Ediyorum ama cesaret edemiyorum sormaya belki konuşmak istemiyorsundur belki özeldir diye sormuyorum” demiştim.  Anlattı… Bir haslalığa yakalanmış ama ismini su an hatırlamıyorum o esnada da pek anlamamıştım zaten ve teşhisi konulamamış ya da çok geç konmuş. Yavaş yavaş önce ayaklarını sonra kollarını kaybetmiş, arkadaşı yokmuş hiç. Kız kardeşi arada geliyormuş ziyarete, ama genel olarak çok yalnızım demişti. "Köpeğim en yakın dostum" demişti. Halinden utanır bir tavrı vardı, hafif mahçuptu bütün bunları anlatırken. "Benim arkadaşım olmayı kabul ettiğin için çok teşekkür ederim" demişti. İçim sızlamıştı, hem de nasıl sızlamıştı analatamam… Kendimden de utanmıştım o esnada, o kadar iyi duygularla beni evine çağıran birine, potansiyel “suçlu” etiketi yapıştırmıştım kafamda. Ama hala hep üzerine giydiği asker deseni pantolona bir mana verememiştim…

Saat akşam dokuz buçuk oldugunda ben gideyim artık demiştim, ve bu saatte metro ile gedemeyeceğimi kesinlikle taksi dışında bir araca binmemem gerektiğini söylüyordu. “Ben hep metroya biniyorum, daha geç de biniyorum, sorun değil gerçekten de” demiştim ama nafile. “Beni üzme ve taksi ile git evine” demişti, çok şefkatli bir sesle. Kıramamıştım… Hemen muhitin taksi durağından bir taksi çağırdı. Vedalaşıp, taksiye bindim ben. Brezilyalı evime vardığımda, taksiden inerken parayı ödemek istediğimde, taksi parasının ödendiğini söylemişti taksi şoförü. Tekrar kendimden ve evine giderkenki düşüncelerimden dolayı utanmıştım…

Fakat bütün bu hikayede beni asıl şaşırtan şey; taksi şoförünün bana yolda, yeni arkadaşımın savaş mağduru olduğunu söylemesiydi…  

Kim bilir bana neden söyleyememişti? “Sen de birilerini öldürdün mü?” sorusundan mı ürküyordu acaba?



Tesadüfler Kraliçesi

Daktilo


Herkesin onu heyecanlandıran, motive eden bir tutkusu vardır ya? Garip belki ama; benimki okula gitmek ya da okul gibi yerlere…  

Küçüklüğümden beri annem ve babam da kitapları çok severlerdi. Annem hep kalın kalın matematik kitaplarının arasında x ve y’ler ile boğuşurdu. “ X ve Y’ leri çözebildiğim gün kendimi büyümüş hissedeceğim” demiştim bir gün, hiç unutmuyorum. Bayağı x’ler, y’ler çözdüm ama sanırım içinde x ve y geçmeyen denklemleri çözebilmekmiş asıl büyümek dedikleri…

Babamın kitapları bol bol kelime içerirlerdi ve annemin kitaplarından da daha kalındı. Babamın sürekli araştırma yapıp, rapor veya tez yazdığı da bir daktilosu vardı. Daktilo ile yazmak da o zamanlar çok büyüklere özgü bir şey gibi gelirdi. Ve ben, küçük Burcu, o zamanlar babamın okuluna gittiğimde babamı beklerken, nerede boş daktilo görsem hemen oturup olur olmaz şeyler yazardım… O daktilonun başında oturduğum zaman kendimi büyüklerin dünyasında hissederdim, babam gibi olurdum ve daktilolu bir işim olsun diye dua ederdim tanrıya. Daktilolu bir iş… Gecen gün dünyadaki son  fabrikasının da kapandığını okuyunca, biraz içim burkulmuştu. Aklıma babamın masaya oturmuş, daktilosu ile tez yazışı gelmişti, küçükken sırf kendimi büyüklerin arasında hissetmek için daktiloda bir şeyler yazmam gelmişti, babamı daktiloda oyalanarak bekleyişlerim gelmişti; daktilonun benim hayatımda “babam gibi” olmak olduğunu anımsamıştım…  Ama sonra  “ ee tabii artık bilgisayarlar var, daktiloya gerek kalmadı. Artık dünya düzeni böyle, her şey değişiyor, kabullenmek lazım” deyip geçiştirmiştim.

Evimizde her dolabın içi kitap doluydu, o sebeple ne zaman bir yerleri karıştırsam, başkalarına ait mahrem şeyler bulma umuduyla, her delikten ya matematik kitabı çıkardı ya da sosyal bilimler kitapları… Evi karıştırmak takdir edersiniz ki sıkıcıydı, kardeşim de olmadığından en çok eğlendiğim yer okuldu. Okula gitmeyi ve okuldaki arkadaşlarımı çok severdim, yaz tatili gelince ise çok üzülürdüm öğretmenimden ve arkadaşlarımdan ayrılıyorum diye. Benim için derin bir manası vardı okulun; sanki annem ve babam gibi olacakmışım gibi gelirdi okula gidince…

X ve Y’ lerin çoğu çözüldü, son daktilo fabrikası kapandı, birçok şey değişti,  ama benim hayatımda kitaplarla bağdaşan okulun yeri pek değişmedi.  Burası yani yeni çalıştığım yer benim için okul gibi bir yer, tanrıya müteşekkirim bana bu fırsatı sağladığı için. Anneme ve babama bakıp hüzünlenirdim son birkaç senede, sanki artık hiç onlar gibi olamayacakmışım gibi gelirdi ama o umudumu geri kazandım artık. Kitaplar ısmarlıyorum, dergiler, defterler alıyorum, okumam öğrenmem gereken yepyeni şeyler var.

Hayattan en büyük beklentim, sadece kendi çekirdek çevresi tarafından “saygı duyulan” biri olmak, o kadar…  Bütün çabam onlara benzemek için…

Mesele ne x ve y’lerde, ne de daktilodaymış…
Mesele insanlıkta ve haddini aşmamaktaymış…
Ancak o zaman onlar gibi olabilirim...

Tesadüfler Kraliçesi