Herkes için böyle midir bilmiyorum ama benim için biri herhangi bir sıfat kullanmak yerine sadece ve sadece “Burcu” demeyi tercih ederse, bu benim içimde garip bir mutluluğa ve anlamsız bir zafere dönüşüyor. Zafer olması için bir savaş olması gerekir di mi? Sanırım benim ismime takılan eklerle ve ismim yerine kullanılan muhtelif bence manasız laflarla bir savaşım var...
İsmimi seviyorum, TDK’da belirtilen anlamını da seviyorum! Fakat ismi “Burcu” olan başka birine “Burcu” diye hitap edilmesi, o kadar da etkilemiyor beni. Demek ki olay safi kelimede değil! Konu kişi ben olunca ve bir de üstüne üstlük “Burcu” diye seslenilince değmeyin keyfime. Ve hiç bir zaman anlamamışımdır sevgililer neden kendilerine çeşit çeşit sıfatlar bulurlar (aşkım, bebeğim, sultanım vsvs), sadece ismi ile hitap etmek varken. Dünya üzerindeki milyonlarca kişinin, biriciğine aynı sözü söyleyip, kendini ifade etmesi tuhaf. Anlamsız geliyor bana...Aynı mekanda 3 çift varsa ve hepsi birbirine "aşkım" diyorsa, ortamda 6 tane "aşkım" oluyor. Ve yine ayırt edici sey "aşkım"ın tınısı oluyor. Insanların, her birimizin, kendimize özgü bir kokusu ve tınısı olduguna inanırım. Dolayısıyla, insanların kendine özgülüklerini bu derece terk etmiş olmaları, hepsini aynı yapıyor ve yavaş yavaş çürütüyor. En sevdiklerine bulabildikleri sıfat bile aynı...
“-ciğim, -cuğum” ekleri de ismimi yani beni sıradanlaştırıyor bence. Sahte bir “–ciğim,-cuğum şemsiyesi” altına girip korunuyoruz sanki, neyden korunduğumuzu bilmeden. Hayat sürekli korunmamızın gerektiği ve kendi yarattığımız sahte şemsiyelerin altına sığınarak anlam kazanacak kadar anlamsız mı? Bu –ciğim, -cuğum eklerinin varlığında, ismimin o iksirli anlamı kayboluyor, beni benden alan tınısı gidiyor. Etrafımda bu Burcu seslenişini duyabilen herkes büyük bir hayal kırıklığına ugruyor gibi geliyor, sonuna –ciğim, -cuğum eki gelince. Bir nefeste, haykıra haykıra “Burcu” demek yerine, alçak sesle, hecelerine bölüp sürekli talepkar bir edayla “BurcuCUĞUM” denilmesi ruhunu kaybettiriyor ismime, boynu bükük yere bakıyor. Sürekli yere bakan insanlar nasıl ki sürekli gölgeleri izlemekten ileriye gidemezlerse, ismim de aynı hissiyata kapılıyor. Ruhumun, benliğimin beslendiği o tını mazi oluyor. Ruhum yerinde sayıyor...
Hangi yabanci ülkeye gidersem gideyim hiç bir zaman hiç kimse bana ismimin en yakın çevrem tarafından telafuz edildiğinde aldığım hazzı veremedi. Ya “r” harfi genizden çıktı, ya da yuvarlanıp kayboldu. Ya “u” harfine noktalar hediye edildi ve kabul etmeme şansı verilmedi. Ya “c” hiç çıkamadı ya da çengel sahibesi oldu, ki çengel ağızda bir yere takılıp, "c" harfim çıktıktan sonra geri gidebilsin diye.
Garip bir şekilde ben kendimi hiç bir ülkede yabancı gibi hissetmedim ve hiç yabancıymışım gibi de hissettirilmedim! Nasıl becerdim bunu bilemiyorum ama becerdim küçüklüğümden beri... Belki de merak duygum ve onları merak etmem, onların da beni merak etmesini sagladı ve meraktan köprüler birleştirdi beni onlarla; yabancı beni, yerli onlarla.Ama gerçekten de doğruymuş; “yabanci bir ülkede yaşamanın birinci icabı insanın en aşina olduğu şeye, ismine yabancılaşmasıdır...” Hiç bir zaman ismimi beni benden alan tınısı ile telaffuz edemediler ve ben de ısrar edemedim, çünkü olmadı... Ama en azından sahte “–ciğim, -cuğum” ekleriyle ismimi ve dolayısıyla beni, kamulaştırmadıkları için onlara müteşekkirim...
Burcu Baran
*"Araf " kitabının üzerine yazıldı...
*"Araf " kitabının üzerine yazıldı...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder