Her arkadaşımın annesinin olduğu gibi, benim annemin de mutfak dolaplarında olur da bir gün lazım olur diye biriktirdiği bir carte
dor kutusu dagı vardır. Ne zaman söylensem anneme, ” hangi devirde
yaşıyoruz anne, at artık şunları. Bir sürü plastik saklama kabı var, gerek yok
artık bunlara “ desem, gelen cevap “ biz
bu günlere atarak gelmedik” olur…
Önceden fazla dramatize edilmiş bir cevap gibi gelirdi “amaaan anne, sen de…” der fazla da kale
almazdım. Şimdi?
Biz her şeyi atarak büyüdük… Bana
ait olup artık kullanılmadığı halde bir yerde muhafaza edilmiş olan her şey küçüklüğüme ait,
yani henüz her şey daha annemin kontrolündeyken birikmiş olan şeyler. Aklım ermeye başladıktan sonra, ne var ne yok
attım ben de. Arkadaşlarımdan gelen mektupları biriktirdiğim kutum hariç. O her yere
gelirdi benimle. İnsan gündelik hayatta o hengâmenin içinde neleri attığının
farkına varmıyor, bir kenara çekilip düşününce fark ediyor…
Tüketim toplumu geyiklerine
girmek değil maksadım. Sadece hayatlarımızdaki “meta”ların o kadar çok
alternatifi var ki ve biz bu alternatifleri bol dünyayı o kadar
içselleştirmişiz ki, insanları da sanki alternatifi bol metalar gibi
değerlendiriyoruz artık farkında olmadan. İnsanların da metalar gibi bazı
fonksiyonları oluyor (para, sex, prestij ilk aklıma gelenler) ve onları yerine
getirememeye başladıklarında, en mantıklı çözüm “atıp, yenisini almak”
oluyor. Ne kadar da güveniyorlar kendilerine alternatifleri bol olanlar ya da
sürekli kendine alternatif yaratanlar; güzel kadınlar, güçlü erkekler…
Sözde bir de, minimalist di mi artık tüm bu insanlar? Ben kayboldum
bütün bu içi boş kavramlar arasında… “Bazen insan kaybolmaz, KAYBEDİLİR…
Aslında tam anlamıyla kaybolmayacak kadar da biliyorum kendimi,
etrafımdakileri, el yordamı…“
Diliyorum ki birikmiş Carte Dor
kutularım olsun benim de, cocugum sordugunda ben de “biz bu günlere atarak
gelmedik” diyebileyim…
Tesadüfler Kraliçesi
